İçtihatlar

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi: Yerleşik içtihatlara aykırı karar verilmesi hak ihlalidir

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
AŞIR TUNÇ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/17453)
Karar Tarihi: 22/1/2019
R.G. Tarih ve Sayı : 12/2/2019-30684
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan: Burhan ÜSTÜN
Üyeler: Serdar ÖZGÜLDÜR
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör: Özgür DUMAN
Başvurucu: Aşır TUNÇ
Vekili: Av. Oktay POLAT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zilyetlik yoluyla olağanüstü kazandırıcı zaman aşımına dayalı olarak
açılan tapu iptali ve tescil davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir .
il. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/11/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden
sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir .
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir .
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
8. Başvurucu 1945 doğumlu olup Ankara\'nın Mamak ilçesinde ikamet etmektedir.
9. Ankara\'nın Mamak ilçesine bağlı Boğaziçi Mahallesinde bulunan 37010 ada 7
parsel sayılı taşınmaz, tapuda Süleyman kızı Ayşe ile Ali oğlu Mehmet adına kayıtlıdır.
10. Başvurucu, anılan taşınmazın 320 m2 yüz ölçümlü kısmına 1976 yılında bir
gecekondu inşa ettirmiştir.
B. Başvurucunun Açtığı Tapu İptali ve Tescil Davası
11. Başvurucu 1/9/1999 tarihinde Süleyman kızı Ayşe aleyhine Ankara 3. Asliye
Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde; tapu kayıtları
ve kadastro tutanaklarına göre bu kişinin gerçekte var olmadığı , tüm araştırmalara rağmen
kayıt malikinin kimliğinin tespit edilemediği ve kim olduğunun anlaşılamadığı belirtilerek
17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisinin 639. maddesinin ikinci
fıkrasındaki koşulların oluştuğu ifade edilmiştir.
12. Başvurucu ayrıca 13/11/2008 tarihinde Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde
Ali Yüksel U. ile Yaşar Güngör T. aleyhine de ayrı bir tapu iptali ve tescil davası açmıştır.
Dava dilekçesinde, Mehmet Ulvi U. (Ali oğlu Mehmet hissesi) ve A.K. (Süleyman kızı Ayşe)
adlarına tapuda kayıtlı olan 37010 ada 7 parsel sayılı taşınmazın 320 m2 yüz ölçümlü kısmına
bir gecekondu inşa edildiği , davalıların miras bırakanı Mehmet Ulvi Unun 1943 yılında vefat
ettiği ve 2007 yılına kadar mirasçılarının kendi adlarına intikali sağlamadığı belirtilmiştir.
Başvurucu 1976 yılından beri bu taşınmazda çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla zilyet
olduğunu ifade ederek taşınmazın mülkiyetini edindiğini öne sürmüştür.
13. Mahkeme aralarında irtibat bulunduğu gerekçesiyle söz konusu davanın Ankara
3. Asliye Hukuk Mahkemesinde daha önce açılan dava ile birleştirilmesine 17/11/2008
tarihinde karar vermiş, yargılamaya birleşen dava dosyasında devam edilmiştir.
14. Mahkeme 19/3/2013 tarihinde asıl ve birleşen davaların reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, asıl dava yönünden malikin kim olduğunun bilinemediği gerekçesine
dayanıldığı vurgulanmıştır. Mahkeme tapu kaydında taşınmaz maliki olarak adı geçen
Süleyman kızı Ayşe ile Ali oğlu Mehmet\'in kim olduğunun tapu kaydı ve dayanağı olan
kadastro tutanağından açıkça anlaşıldığını belirtmiştir. Mahkemeye göre bu sebeple dava
tarihinde yürürlükte bulunan 743 sayılı mülga Kanun\'un 639. maddesindeki ön koşul
gerçekleşmemiştir. Öte yandan Mahkeme birleşen dava yönünden ise davanın 13/11/2008
tarihinde açıldığını, Anayasa Mahkemesinin ise 17/3/2011 tarihinde 22/11/2001 tarihli ve
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713 . maddesinin ikinci fıkrasında yer alan \"ölümü\"
ibaresini iptal ettiğini, bu sebeple anılan maddede yer alan koşulların oluşmadığını
belirtmiştir. Sonuç olarak özellikle Anayasa Mahkemesinin iptal kararına atıf yaparak kanuni
şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmesi gerektiği
kanaatine varmıştır.
15. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 23/10/2014 tarihinde başvurucu tarafından temyiz
edilen hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı
Daire tarafından 9/9/2015 tarihinde reddedilmiştir.
16. Nihai karar başvurucu vekiline 9/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 9/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Başvuru ile İlgili Diğer Davalar
18. Hazinenin talebi üzerine Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi 4/5/2005
tarihinde Süleyman kızı Ayşe\'nin gaipliğine karar vermiştir. Bu karardan sonra Hazine
tarafından Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava 17/12/2009 tarihinde kabul
edilerek Süleyman kızı Ayşe\'nin 549/849 payı iptal edilerek Hazine adına tescil edilmiştir.
19. Cevat T. tarafından Hazine aleyhine açılan davada Ankara 15. Asliye Hukuk
Mahkemesi 25/9/2012 tarihinde gaipliğin iptaline karar vermiştir. Bu kararda, Süleyman kızı
Ayşe\'nin soyadının K. olduğu ve 21/2/1945 tarihinde vefatıyla mirasçı olarak kızı Fethiye
T.yi bıraktığı, Fethiye T.nin de 1999 yılında vefatıyla geriye tek mirasçısı Ayten T.yi
bıraktığı belirtilmiştir .
20. Yapılan imar uygulaması sonucu Süleyman kızı Ayşe\'nin bu taşınmazdaki payı
ile aynı yer 37010 ada 8 parsel sayılı taşınmazdaki payı aynı mahallede bulunan 50966 ada 2,
3 ve 4 parsel sayılı taşınmazlara şüyulandırılmıştır.
21. Bu defa Cevat T. 8/12/2010 tarihinde Hazine aleyhine Ankara 16. Asliye Hukuk
Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Mahkeme 26/11/2013 tarihinde davanın
kabulü ile anılan taşınmazlardaki Hazine adına kayıtlı payların iptaline ve davacı Cevat T.nin
ölümüyle davaya dahil olan Ayten T. adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın
gerekçesinde daha önce gaipliğin iptaline karar verildiği vurgulanmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
22. 743 sayılı mülga Kanun\'un 639. maddesi şöyledir :
\"Tapu sicilinde mukayyet olmayan bir gayrimenkulü nizasız ve fasılasız yirmi sene
müddetle ve malik sıfatı ile yedinde bulundurmuş olan kimse o gayrimenkulün kendi mülkü
olmak üzere tescili talebinde bulunabilir.
Tapu sicilinden maliki kim olduğu anlaşılamayan veya yirmi sene evvel vefat etmiş
yahut gaipliğine hüküm verilmiş bir kimsenin uhdesinde mukayyet olan bir gayrimenkulü
aynı şerait altında yedinde bulunduran kimse dahi o gayrimenkulün, mülkü olmak üzen
tescilini talep edebilir. Tescil ancak hakimin emriyle olur. \"
23 . 4721 sayılı Kanun\'un 713 . maddesinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal
edilmeden önceki haliyle ilgili kısımları şöyledir:
\"Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl
süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası
veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini
isteyebilir.
Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce
ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın
tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın
tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar
verilmesini isteyebilir.
Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken
kişinin mirasçılarına karşı açılır.
Son ilandan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri
sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış
olursa, hakim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların
gerçekleştiği anda kazanılmış olur.,,
2. Anayasa Mahkemesi Kararı
24. Anayasa Mahkemesi 2/4/2011 tarihli ve 27893 sayılı Resmi Gazete\'de
yayımlanan 17/3/2011 tarihli ve E.2009/58, K.2011 /15 sayılı (yürürlüğü durdurma) kararı ile
4721 sayılı Kanun\'un 713 . maddesinin ikinci fıkrasındaki iptal edilen \"ölmüş\" sözcüğünün
uygulanmasından doğacak, sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların
önlenmesi, iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete\'de yayımlanacağı
güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 23/7/201 1
tarihli ve 28003 sayılı Resmi Gazete\'de yayımlanan 17/3/2011 tarihli ve E.2009/58,
K.2011/52 sayılı iptal kararının ilgili kısımları şöyledir:
\" ... Kural olarak tapuya kayıtlı bir taşınmazın tamamı, bir payı veya bölünebilir bir
parçasının olağanüstü kazandırıcı zaman aşımı yoluyla edinilebilmesi mümkün değildir.
4721 sayılı Yasa\'nın \'Taşınmazlarda karine\' başlıklı 992. maddesinde; \'Tapuya kayıt!,
taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına
tescil bulunan kimse yararlanır ... \' denilerek, tapuya kayıtlı olan taşınmazların olağanüstü
zaman aşımı yoluyla kazanılması önlenmektedir. 575. maddede ise mirasın, miras bırakanın
ölümü ile açılacağı, 599. madde hükmüne göre de mirasçıların, miras bırakanın ölümü ile
mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanacakları belirtilmektedir. 705. maddenin
ikinci fıkrası uyarınca da mirasçılar, miras bırakanın bıraktığı taşınmazlar üzerindeki
mülkiyet hakkına tescilden önce sahip olmaktadırlar.
İtiraz konusu sözcük uyarınca; tapu sicilinden malikinin kim olduğu anlaşılmakla
birlikte yirmi yıl önce ölmüş bir kimse adına kayıtlı taşınmazın tamamını veya bölünmesinde
sakınca olmayan bir parçasını davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla
zilyetliğinde bulunduran kişinin, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki
mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebileceği öngörülmekte,
mülkiyet bu koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olmaktadır. Zilyet tarafından mülkiyet
hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilebilmesini isteyebilmek için maddede belirtilen
koşullar yanında mirasçıların, olağanüstü zaman aşımının tamamlanmasından önce
açıklayıcı tescil yaptırmamış olmaları da gerekmektedir.
Tapuya kayıtlı bir taşınmazın malikinin ölmesi halinde, bu taşınmazın sahibi
mirasçılarıdır. Mirasçılar bu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını miras bırakanın ölümü ile
birlikte kanun gereğınce tescile gerek kalmadan kazanmaktadırlar. Hukukun genel
ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının \'zaman ötesi\' niteliği, başka bir anlatımla mülkiye;
hakkının zaman aşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medeni Kanun tarafından bir taşınmaz
malikinin mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl boyunca
kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kestiğini göstermiş olsa
bile, o taşınmazla aralarındaki hukuksal ilişkinin sona erdiği anlamına gelmez. Mirasçıların
devam eden mülkiyet hakkı, taşınmazı fiilen kullanma hakkını içerdiği gibi kullanmama
hakkını da içerir. Mülkiyet hakkının mutlaklığı ve tapu sicilinin aleniyeti karşısında, itiraz
konusu sözcük uyarınca, zilyedin mirasçılara ait olan mülkiyet hakkını tanımayarak, tek
yanlı olarak ortadan kaldırmasına olanak tanınması, mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı
gibi, kazanılmış hak ve hukuki güvenlik ilkelerini de ihlal etmektedir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu \' ... ölmüş ... \' sözcüğü Anayasanın 2. ve 35.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
4721 sayılı Kanun\'un 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan \' ... ölmüş ... \'
sözcüğünün iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan iptal edilen sözcükten sonra yer
alan \' ... ya da ... \' sözcüğünün de, 2949 sayılı Yasa\'nın 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince
iptali gerekir ... \"
3. Yargıtay İçtihadı
25. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 16/9/2014 tarihli ve E.2014/18200, K.2014/16186
sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
\" ... Davaya dayanak oluşturan TMKnun 713/2. fıkrasında yer alan \' ... ölmüş ... \'
sözcüğünün, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı
kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya
olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararır
Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011
tarihinde karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir
kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken,
kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis
edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da \"iptal kararlarının
geriye yürüyemeyeceği\' açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargı\'da verilen iptal
kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye
yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas
alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu
bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk
Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının
getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun
adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete
olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak
hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir
ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar
sayılı kararında, \'Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca
Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği
kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan
durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması
sağlanmıştır.\' denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm
sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk
Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk
kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara
Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkumiyetlerinde
durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan
unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar
Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan \'Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk
Devletidir\' hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi
ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı
kararında aynen; \'bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm
sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu\'
vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştayda; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642
Karar sayılı kararında; \'iptal kararları geriye yürümez\' kuralının kazanılmış hakları saklı
tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü
benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları
tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu
nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına
dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından
etkilenmeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa
kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı
değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da
kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile
kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu
durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul
edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince:
TMK\'nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan \' ... ölmüş ... \'
sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan
davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK\'nun 713/1.
fıkrasında; \'tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl
süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası
veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini
isteyebilir.\' denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; \'aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden
anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse
adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir
parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet
hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir\' amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi, TMK\'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya
ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların
da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; \'aynı koşullar altında ... \' denilmek
suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1
fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK\'nun 713/5. fıkrasının son
cümlesinde ise;
\'Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.
ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan
fıkraya eklenmiştir.
04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme
Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM\'nin 639 (TMK.nun 713). maddesine
dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve ka anılacağı konusu
gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4
Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile;
\'kazandırıcı zaman aşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK\'nun 639/1.
maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu)
nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.\' görüşü
benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK\'nun
713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde,
mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK\'nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği
anda kazanılmış olur ibaresi TMK. nun 713/ 1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar
açısından \'kazanılmış (müktesep) hak\' olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza
çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi
yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda
mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün
durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar)
ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl
önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış
(müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK\'nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının
oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu
konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar
bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm
açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sa ılı Kanunla getirilen ve TMK\'nun 713/5.
fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: \'Gerçekten,
mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre,
mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak,
yani hakimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır. \'
denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı
zamanda; \' ... kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün
durdurulmasına\" karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği
17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve
o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü
tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür
davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu
yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten
sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal
maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin
verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak
sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma
süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının
olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce
veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır ... \"
26. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/2/2016 tarihli ve E.2014/8-1084,
K.2016/158 sayılı kararının ilgili kısımlan şöyledir:
\" .. . Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; TMK 713/2 madde koşul/arınır,
davacı yararına oluşup oluşmadığı, varılacak sonuca göre davacı yararına oluşan
kazanılmış hakkın, TMK.nın 713/2. fıkrasındaki; \' ... ölmüş ... \' sözcüğünün Anayasa
Mahkemesinin 17.03.2011 tarih 2009/58-15 sayılı iptaline ilişkin kararı ve bu karar
yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararından etkilenip
etkilenmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki TMK.nın 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların
başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında, aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki
koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; \'aynı koşullar altında ... \'
denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunulmuştur. Bu nedenle 1. fıkradakı
koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713 1.fıkrasında; \'tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve
aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın
tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar
verilmesini isteyebilir.\' denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; \'aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden
anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse
adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir
parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet
hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir\' hükmüne yer verilmiştir.
Olağanüstü zaman aşımı iddiası ile açılacak davalarda mülkiyet hakkının ne zaman
kazanılacağı hususunda Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesinde bir
düzenlemeye yer verilmediğinden, oluşan yasal boşluk 04.12.1998 tarih 1996/4 Esas;
1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (YİBK) ile \'kazandırıcı zaman aşımı
yolu ile tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK\'nun 639/1 maddesine göre verilen
tescil kararları inşai-ihdasi nitelikte kararlardır, mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği
anda kazanılır\' denilmek sureti ile giderilmiştir.
01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK\'nun 713/5. fıkrasının son
cümlesinde ise; \'Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda
kazanılmış olur.\' ilkesi getirilmek suretiyle mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı
sorunu yasal düzenleme ile çözülmüş ve 04.12.1998 gün 1996/4 Esas; 1998/3 Karar sayıl.
YİBK\'nın uygulama kabiliyeti kalmamıştır. Anılan yasa hükmü sonucunda, mülkiyet 713/1.
fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hakimin
vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır. Başka bir deyişle,
mahkeme kararı mülkiyet yönünden 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisinin 639/2
maddesinin aksine kurucu değil açıklayıcı nitelik arz edecektir.
TMK\'nun 713/2 maddesinde yer alan \' ... ölmüş ... \' ibaresinin Anayasa Mahkemesinin
17.03.2011 gün 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline ilişkin verilen karam
kazanılmış haklar ve yukarıda açıklanan yasal durum ile birlikte değerlendirilmesi
gerekmektedir. Bir başka deyişle, uyuşmazlığın diğer ayağını oluşturan Anayasa
Mahkemesinin iptal hükmünün özelliği, geriye yürüme (extunç) etkisinin hukuki kapsam ve
uygulama alanı üzerinde durdurulmasında yarar vardır.
Hemen belirtelim ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları resmi gazetede
yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğuracağı
belirtildikten sonra, kazanılmış hakların varlığı halinde iptal kararlarının geriye
yürümeyeceği ilkesi çoğunlukla kabul edilmiştir.
Gerçekte de, Anayasal yargıda; idari yargıdaki iptal kararının (extunç) geriye yürüme
etkisi ilke olarak kabul edilmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma
geldiği esası benimsenmemiştir. Diğer bir anlatımla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının
geri yürümezliği kuralına öncelik tanınmıştır (Anayasa mad. 153).Anayasanın 153/V
maddesine bakıldığında, iptal kararının geri yürümeyeceği ilkesine, yasa koyucu tarafından
bir istisna tanınmadığı duraksamaya yer olmaksızın görülmektedir.
Ne var ki, bu anayasal hükmün salt lafzi yorumla uygulanması, zaman zaman
hakkaniyet, nesafet, eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı sonuçlar yaratabilir ( Bkz.N.Bilge
Anayasa Mahkemesi Kararlarının geriye yürümezliği sorunu, Ankara Baro Dergisi 1990/3,
sh.332). O nedenle Anayasanın 153/V maddesinin istisnalarının varlığı öğretide ve yargıda
gündeme getirilmiş ve tartışılmıştır.
Türk Anayasal sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının
getiriliş amacı, Devlete güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında kargaşaya neden
olmamak, toplum huzurunun sarsılmamasını sağlamak olarak özetlenebilir. Esasen bir
hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin
olarak edinilmiş hakların (kazanılmış haklar) korunması hukuk devletinin gereğidir. O
nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kaideleri uyarınca tamamlanmış
ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün
geri yürümeyeceğinin kabulü kaçınılmazdır.
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli
unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar
Anayasanın (2) nci maddesinde açıklanan \'Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir\'
hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan
kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Aynı hususlar Hukuk Genel
Kurulunun 05.02.2003 gün 2003/21-30 E; 2003/57 K sayılı kararında da benimsenmiştir ... \"
27. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 31/5/2018 tarihli ve E.2016/18055, K.2018/13473
sayılı kararının ilgili kısımlan şöyledir:
\" .. . Her ne kadar, TMK\'nın 713/2. maddesinin 2. fikrasında yer alan \' ... ölmüş ... \'
sözcüğü, Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı
kararıyla iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmişse de; Anayasasının
153/5. fıkrasında \'iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği\' açıklanmıştır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi de, 12.12.1989 gün ve 1989/ 11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında iptal
kararlarının geriye yürümezliği kuralını kabul etmek suretiyle, hukuksal ve nesnel alanda
sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının ürü lüğe gireceği güne kada,
ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.
Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; TMK\'nın 713/1 ve 2. fıkraların c
dayalı olarak açılan tapu iptal ve tescil davalarında, koşullarına uygun olarak 20 yıllık
zilyetlik süresinin tamamlandığı anda mülkiyetin kazanıldığının ve zilyet lehine kazanılmış
(müktesep) hak doğduğunun kabulü gerekmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince
yürürlüğün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihi ya da davanın açıldığı
tarihten hangisi önce ise, o tarihe kadar kazanma koşulları tamamlanmışsa, tapunun
iptaliyle zilyet adına tesciline karar verilmesi gerekmektedir. Davanın, yürürlüğün
durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra açılmış olmasının
bir önemi bulunmamaktadır ... \"
B. Uluslararası Hukuk
28. Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
\"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai
alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla
kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir
süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir ... \"
29. Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM), adil yargılanma hakkının hukukun
üstünlüğünün sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşmenin ön sözüyle
birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından
biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere
olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan
güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı
kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu
yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011,
§ 57).
30. AİHM; hukuki güvenlik ilkesinin hukuki durumlarda belli bir istikrarın
sağlanmasını ve toplumun adalete olan güvenini desteklemeyi amaçladığını, aynı olaya
ilişkin farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesinin toplumun yargısal sisteme olan
güvenini azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizliğe yol açabileceğini belirtmiştir ( Çelebi ve
diğerleri Türkiye, B. No: 582/05, 9/2/2016, § 52/f).
31. AİHM, içtihat farklılıklarını kendi bölgesinde yetki sahibi olan ve davanın
esasına bakan yerel mahkemelerin bulunduğu yargı sistemlerinin doğal bir sonucu olduğunu
kabul etmekle birlikte yüksek mahkemelerin görevinin bu çelişkileri düzeltmek olduğunu ve
çelişkili uygulama yüksek mahkemenin bünyesinde gelişiyorsa bu durumun toplumun adli
sisteme olan güvenini azaltarak hukuki güvenlik ilkesini ihlal edeceğini belirtmiştir ( Çelebi
ve diğerleri Türkiye, § 55).
32. Diğer taraftan bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik
ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unedic/Fransa, B. No:
20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin Türkiye, § 58). Mahkemelerin
yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi
engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez
(Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
33. Çelişkili yargı kararları nedeniyle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddiasıyla yapılan başvurularda AİHM, öncelikle ulusal mahkemelerin yerini almak gibi bir
görevi olmadığını, ulusal mevzuatın yorumlanmasından doğan sorunların öncelikle
mahkemelerin görevi olduğunu ve AİHM\'in rolünün bu tür yorumlama sonuçlarının
Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını denetlemekten ibaret olduğunu belirterek içtihat
farklılığından kaynaklanan tutarsızlığın giderilmesi için iç hukukta bir mekanizmanın
bulunup bulunmadığının ve bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığının önemli olduğunu
vurgulamıştır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin Türkiye,§§ 49-53, 54).
34. Mahkeme içtihatlarındaki değişim, yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında
kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkar bulunmaması
anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri Türkiye,
B. No: 3573/05, 17293/05, 30/11/2010, § 28).
35. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti (B. No: 29784/07,
18/7/2013, § 49) kararında AİHM, aynı mahkemede aynı olgulara ilişkin olarak aynı
kanunun farklı uygulandığı bir durumun söz konusu olması nedeniyle mevcut başvurunun
Nejdet Şahin ve Perihan Şahin Türkiye kararındaki koşullardan farklı olduğuna vurgu
yapmıştır. Kararda, iş hukuku çerçevesinde işçilerin sorumluluğuna ilişkin aynı kanun
hükmünün uygulandığı tazminat davalarında verilen farklı kararlara değinilmiştir. Buna göre
AİHM, başvurucunun meslektaşı olan beş başvurucu için istinaf mahkemesince bireysel
sorumluluk hükümlerinin uygulanarak tazminat talebinin reddedildiğini ancak sadece
başvurucunun davasında aynı mahkemenin objektif sorumluluk hükümlerini uygulayarak
başvurucu aleyhine tazminata hükmettiğini belirtmiştir. AİHM bu yorumun hukuki bir
dayanağı olmadığı söylenemez ise de başvurucunun benzer olgulara dayalı aynı hukuki
soruda açık bir farklı cevapla karşılaşmış olduğuna dikkati çekmiştir (Stoilkovska/Makedonya
Eski Yugoslav Cumhuriyeti,§ 47).
36. AİHM yargı sisteminde içtihat farklılığının giderilmesinin uluslararası bir
mahkemeden ziyade ulusal mahkemelerin görevi olduğuna işaret etmiştir. Bununla birlikte
somut olayda temyiz mahkemesinin önemsiz zarar ölçütü yönünden başvuruyu reddettiğini
vurgulamıştır (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 48). AİHM
başvurucunun karşılaştığı açık içtihat farklılığının mahkemelere ve yargı sistemine olan
güveni zedelediğini belirtmiştir. Ayrıca aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir
hüküm kurulması halinde bu farklılaşmaya ilişkin olarak mahkemeler tarafından makul bir
açıklama da getirilmediğini tespit etmiş; yargısal içtihat farklılığını giderici bir
mekanizmanın işletilmediği gerekçesiyle Sözleşme\'nin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar
vermiştir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 49).
37. Beian/Romanya (B. No: 30658/05, 6/12/2007) kararında AİHM, bölgesel
yargılama yetkilerine sahip derece mahkemelerinden oluşan bir sistemde içtihat
farklılıklarının olabileceğini kabul etmiş ancak bu farklılıklardan kaynaklanan sorunları
çözme görevinin yüksek mahkemelere düştüğünü vurgulamıştır. AİHM somut olayda ise
içtihat farklılığının kaynağının yüksek mahkemenin kendisi olduğunu açıklamıştır. AİHM bu
içtihat farklılığına yol açmakla ülkenin en yüksek yargısal makamının kendisinin hukuk
güvenliği ve hukuki belirlilik ilkelerini, yargı sistemine olan kamusal güveni zedelediğini
belirterek Sözleşmenin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Beian/Romanya, §§
37-40).
38. Öte yandan AİHM hukuki kesinlik ilkesi gereği anayasa mahkemelerinin iptal
kararlarının geriye dönük olarak haklar tesis etmeyebileceğini, ayrıca kararların veya yapılan
kanuni düzenlemelerin geriye yürütülmemesi durumunun da ayrımcılık yasağının ihlali
anlamına gelmeyeceğini kabul etmiştir (HR./Almanya (k.k.), B. No: 17750/91, 30/6/1992;
JR./Almanya (k.k.), B. No: 22651/93, 18/10/1995; Mika/Avusturya (k.k.), B. No: 26560/95,
26/6/1996). Cassar/Malta (B. No: 50570/13, 30/1/2018) kararında da AİHM, kira
kontrollerine ilişkin kanuni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra uygulanmasını
mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağı kapsamında incelemiştir. Eski düzenlemelerin
yerine yenilerinin kabul edildiği durumlarda hak ve menfaatlerin kabulü için belirli bir
yürürlük tarihinin kabul edilmesinin devletlerin takdir yetkisinde olduğunu, bunun -özellikle
düzenlemelerden etkilenenlerin haklarını da koruduğu dikkate alındığında- makul ve objektif
bir gerekçe teşkil ettiğini belirtmiştir ( Cassar/Malta, § 66).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 22/1 /2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip
gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
40. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının
güvencelerinden olan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
41. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmi Gazete\'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun\'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve
6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat
Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun\'a geçici madde eklenmiştir.
42. 6384 sayılı Kanun\'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi,
yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikayetiyle Anayasa
Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi
önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen
kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine
Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu)
tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
43. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra
edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkanının getirilmesine
ilişkin yolun başarı şansı sunan, yeterli giderim sağlama kapasitesi bulunan, ulaşılabilir bir
yol olduğunu tespit etmiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa
Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile
bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
44. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
gerekçeleri incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
46. Başvurucu, malikinin kim olduğunun belirli olmaması sebebiyle açılan asıl
davada malikin yirmi yıl önce ölmüş olmasının da gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Başvurucu birleştirilen dava yönünden ise Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin emsal nitelikteki çok
sayıda kararına rağmen Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geçmişte kazanılmış haklara
etki edecek şekilde geriye dönük olarak uygulandığından yakınmıştır. Başvurucu, derece
mahkemelerinin kararının Yargıtayın yerleşik içtihadına aykırı olduğuna işaret ederek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
47. Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
\"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. \"
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun açtığı asıl davada malikin kim
olduğunun belirlenebildiği gerekçesiyle, birleştirilen davada ise 4721 sayılı Kanun\'un 713.
maddesindeki diğer koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği irdelenmeden sadece bu madde
hükmünde yer alan \"ölmüş\" ibaresinin iptali sebebiyle davanın reddedildiği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de henüz ilgili
taşınmaz bölümünün mülkiyetinin kendisine ait olduğu belirlenebilmiş değildir. Bu sebeple
başvurucunun çelişkili yargısal kararlar verildiği yönündeki şikayetinin hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
49. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
50. Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına
davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil
yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun\'un
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasına \"ile adil yargılanma\" ibaresinin eklenmesine
ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre \"değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti \'nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil\"
edilmiştir. Dolayısıyla Anayasanın 36. maddesine \"herkesin adil yargılanma hakkına sahip
olduğu\" ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme\'de düzenlenen adil yargılanma hakkını
anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No:
2014/6673, 25/7/2017, § 54).
51. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti
ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyet\'in nitelikleri
arasında sayılan hukuk devleti, Anayasanın tüm maddelerinin yorumlanması ve
uygulanmasında göz önünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir (Hakan Altıncan [GK],
B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 44).
52. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır.
Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını , bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2014/183,
K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, aynca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013;
AYM, E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).
53. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun
mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece
mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda
derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece
mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla
bağdaşmaz . Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının
birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip
etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
54. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev bakımından farklı
durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Diğer bir deyişle
değişik yargı kademelerinde görev alan hakimlerin tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı
aynı şekilde yorumlaması mümkün olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin
uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem
taşımaktadır. Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de yargı kararlan arasında
doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş
bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hallerde içtihadın müstakar hale gelmesinin
belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır(FordMotor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017,
§ 58).
55. Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hale gelmediği bir aşamada
o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi hukukun doğası gereğidir.
Zira hukukta nesnelliğin sağlanabilmesi açısından hukuk kurallarının belli ölçüde soyut
kavramlar içermesi kaçınılmazdır. Nesnel hukuk kurallarının maddi alemde gerçekleşen
olaylarla birebir örtüşmesi ve bunlara uygulanması ise her zaman mümkün
olmayabilmektedir. Öte yandan hukuk kurallarının kapsamının tespitinde kural koyucu ne
kadar titiz davranırsa davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve uygulanmaya
başlanmasından sonra öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya çıkması da mümkündür.
Bu gibi hallerde kuralın yetkili otoritelerce ve özellikle yargı organlarınca yorumlanması
zorunlu hale gelmektedir. Kuralı yorumlayan otoritelerin birden fazla olması , bazı hallerde
kuralın birden fazla yorumlanmasını önlenemez kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının
bu niteliği dikkate alındığında bir kanun hükmünün yargı organlarınca farklı biçimlerde
yorumlanabilmesi ve kurala ilişkin farklı içtihatların varlığı, tek başına kuralın belirsiz ve
öngörülemez olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz . Bununla birlikte birden fazla içtihadın
varlığı bireyin hukuk kurallarının temel bir özelliği olan davranışını yönlendirebilme gücünü
zayıflatacak bir boyuta ulaşmışsa kamu düzeninin bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda
bireylerin davranışlarını hangi içtihada göre yönlendirecekleri belirsizleşeceğinden
öngörülebilirlik ortadan kalkar (Ford Motor Company, § 59).
56. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin
yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur.
Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan
dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara
ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire
tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları
ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca
böyle bir algının toplumda yerleşmesi halinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme
kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Ford Motor Company, § 60; Türkan
Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1 /2015, § 52).
57. Özellikle aynı somut olay ve hukuksal durumdaki farklı kişilerce açılan
davalarda birbiriyle çelişen sonuçlara ulaşılması hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik
ilkelerine ters düşebilir. Yargı mercilerinin anılan ilkelerin bir sonucu olarak kamuoyu
nezdinde yargıya olan güveni muhafaza etme bakımından kararlarında belli bir istikrar
sağlaması beklenir. Bu itibarla içtihat değişikliği tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
sonucunu doğurmaz ise de bu değişiklik ile benimsenen yeni yaklaşımın benzer
uyuşmazlıklarda tutarlı olarak uygulanması gereklidir (Hakan Altıncan , § 48).
il. İlkelerin Olaya Uygulanması
58. Başvurucu ilk olarak asıl davanın reddedilmesinden yakınmıştır. Bununla
birlikte başvurucunun 4 721 sayılı Kanun\'un 713 . maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
\"malikin tapu kütüğünden anlaşılamaması\" hukuksal sebebine dayalı olarak asıl davayı açtığı
anlaşılmaktadır. Nitekim derece mahkemeleri de sadece bu hukuksal sebebin somut olayda
gerçekleşip gerçekleşmediğini irdelemişler ve malikin kim olduğunun tapu kütüğünden
anlaşılabilir olduğu gerekçesine dayalı olarak asıl davayı reddetmiştir. Başvurucu her ne
kadar aynı maddede yer alan malikin ölmüş olması halinin de açılan davada araştırılması
gerektiğini ileri sürmüş ise de derece mahkemelerinin dava dilekçesinde belirtilen hukuki
sebeple bağlı olarak değerlendirme yapmaları keyfi veya öngörülemez olmadığı gibi buna
dayalı olarak bir inceleme yapılamaması başvurucunun kendi kusurundan
kaynaklanmaktadır.
59. Başvurucu ayrıca 13/11/2008 tarihinde açtığı birleşen dava yönünden
davalıların murisinin 1943 yılında vefat ettiğini belirterek malikin ölmüş olması sebebine
dayalı olarak 4721 sayılı Kanun\'un 713. maddenin ikinci fıkrasında yer alan olağanüstü
kazandırıcı zaman aşımı koşullarının kendi yararına gerçekleşmiş olduğunu iddia etmiştir.
Ancak ilk derece mahkemesi anılan kanun hükmünde yer alan \"ölmüş\" ibaresinin Anayasa
Mahkemesince iptal edildiğine dikkati çekerek birleştirilen davayı da reddetmiştir. Temyiz
edilen karar Yargıtay 8. Hukuk Dairesince onanmış ve karar düzeltme talebi de reddedilince
hüküm kesinleşmiştir.
60. Anayasa Mahkemesi 17/3/2011 tarihli kararı ile 4721 sayılı Kanun\'un 713.
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve somut başvuruya konu birleşen davanın da
dayanağını oluşturan \"ölmüş\" sözcüğünü iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu iptal
kararından sonra daha önce anılan hükme dayalı olarak mülkiyeti kazanan kişiler yönünden
söz konusu kararın etkilerinin tartışılması gerekmiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin gerek
başvuruya konu dava öncesi gerekse dava sonrası çeşitli kararlarında, Anayasanın 153.
maddesinin beşinci fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye
yürüyemeyeceği özellikle vurgulanmıştır. Daire 4 721 sayılı Kanun\'un 713 . maddesinin
birinci ve ikinci fıkralarına dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davalarında, koşullarına
uygun olarak yirmi yıllık zilyetlik süresinin tamamlandığı anda mülkiyetin kazanıldığını
belirtmiştir. Daireye göre zilyet lehine kazanılmış (müktesep) hak doğduğundan Anayasa
Mahkemesince yürürlüğün durdurulması kararının verildiği 17/3/201 1 tarihi ya da davanın
açıldığı tarihten hangisi önce ise o tarihe kadar kazanma koşulları tamamlanmışsa tapunun
iptaliyle zilyet adına tesciline karar verilmesi gerekmektedir. Buna göre davanın yürürlüğün
durdurulması kararının verildiği 17/3/201 1 tarihinden önce veya sonra açılmış olmasının bir
önemi bulunmamaktadır (bkz. §§ 25, 27). Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da aynı
görüşü benimsemiştir (bkz. § 26).
61. Anayasa\'da iptal kararları idari davalarda olduğu gibi düşünülmemiş, iptal
edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Türk anayasal
sisteminde hukuka güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya
neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece
hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların
iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.
Anayasanın bağlayıcılığı , Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma
zorunluluğu ve Anayasanın üstünlüğü ilkesi, Anayasa\'ya aykırı bir kuralın aykırılığının
saptanmasından sonra uygulanma alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal
kararlarının zaman içindeki etkisi böylece ortaya çıkmakta ve \"İptal kararları geriye
yürümez.\" kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır (AYM, E. 1989/11, K. 1989/48,
12/12/1989).
62. Anayasa Mahkemesi Orhan Yüksel (B. No: 2013/604, 10/12/2015) kararında
ilgili kanuni düzenlemenin kısmen iptaline ilişkin kararın geçmişe dönük olarak başvurucu
lehine bir hak doğurmadığını belirterek Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye
yürütülemeyeceği gerekçesine dayalı olarak derece mahkemelerinin zilyedin açtığı davayı
kabul etmelerinin mülkiyet hakkının gerektirdiği adil dengeyi bozmadığı sonucuna varmıştır
(Orhan Yüksel,§§ 26-66).
63. Somut olayda başvurucu, Anayasa Mahkemesinin belirtilen iptal kararından
önce 4721 sayılı Kanun\'un 713. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında öngörülen zilyetliğe
dayalı mülk edinmeyi sağlayan olağanüstü kazandırıcı zaman aşımı koşullarının kendi lehine
gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Nitekim başvurucu bu davayı 13/11/2008 tarihinde açmış,
Anayasa Mahkemesi ise 17/3/201 1 tarihinde söz konusu yürürlüğün durdurulması ve iptal
kararını vermiştir. Buna karşın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, bu dava yönünden gerek önceki
gerekse de sonraki diğer içtihadından farklı olarak Anayasa Mahkemesince anılan hükmün
iptal edildiği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin ilk derece mahkemesinin kararını
onamıştır.
64. Yukarıda da değinildiği üzere bir hukuk sisteminde bölgesel veya görevsel yetki
farklılıkları sebebiyle yargı içtihatlarında farklılıklar oluşabilmesi doğaldır. Bu yargısal
içtihat farklılıklarının hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik ilkelerini zedelememesi için en
önemli görev yüksek mahkemelere düşmektedir. Esas itibarıyla hukuk kurallarını yorumlama
ve uygulama yetkisine sahip olan Yargıtay Dairesinin içtihat değişikliğine gitmiş olması tek
başına adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilemez ise de somut olayda bu içtihattan
sonraki kararlarında da aynı Dairenin eski içtihadını sürdürdüğü dikkate alınmalıdır. Diğer
bir deyişle başvurucunun açtığı davada verilen karar Yargıtayın önceki içtihadına uygun
olmadığı gibi bu karardan sonraki tarihlerde verilen içtihada da uygun değildir. Dolayısıyla
içtihat farklılığının bizzat bu farklılıkları önlemekle görevli Yargıtay Dairesi kararlarından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
65. Diğer taraftan Yargıtay Dairesinin kararında önceki içtihattan farklı karar
verilmekle niçin bu içtihattan ayrıldığına dair herhangi bir açıklamada bulunulmamış, buna
dair bir gerekçe gösterilmemiştir.
66. Son olarak söz konusu içtihat farklılığını giderebilecek bir mekanizmanın
işletilmemiş olmasına da dikkat çekilmelidir. Somut olayda başvurucunun karar düzeltme
talebinde bulunduğu ancak bu talebin de Yargıtay Dairesi reddedildiği anlaşılmaktadır. Buna
göre önceki içtihattan farklı karar verilmesi durumunda karar düzeltme aşamasında bu
hususun değerlendirilebilmesinin mümkün olduğu, Yargıtay Dairesi kendi içtihadı arasındaki
farklılığı bu aşamada giderebileceği gibi önceki içtihattan ayrılma gerekçelerini de
açıklayabileceği halde somut olayda bu imkanın da değerlendirilmediği görülmüştür.
67. Dolayısıyla somut olaya özgü olduğu anlaşılan içtihadın aynı uyuşmazlıklar
yönünden yine aynı Daire ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından benimsenmediği, en
üst dereceli mahkeme sıfatıyla Yargıtay nezdinde tutarlı ve yeknesak bir uygulamanın
sağlanmadığı saptanmıştır. Bu durum ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters
düşeceği gibi bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına güvenini de sarsmaktadır.
68. Sonuç olarak somut olayda görülen davada Yargıtayın aynı dairesinin diğer
içtihadıyla çelişecek şekilde karar verilmesi söz konusu olup makul bir gerekçe de ortaya
konulmadan ve sonrasında istikrarlı bir şekilde uygulanmadan benzer nitelikteki
uyuşmazlığın zıttı olacak şekilde davanın neticelenmesi hukuki belirsizliğe yol açmıştır.
Başvurucu için öngörülemez nitelikte olan bu uygulama nedeniyle yargılamanın
hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.
69. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde güvence
altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun\'un 50. Maddesi Yönünden
70. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun\'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
\"(]) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir ...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.
Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.\"
71. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar
verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel
kural, mümkün olduğunca eski hale getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin
sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin, bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu
maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin
alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
72. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve
işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının
belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır
(Mehmet Doğan,§ 57).
73. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun \'un
50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü\'nün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye